22 Ocak 2013 Salı

İtalyan Yeni Gerçekçiliği


AKIMIN ORTAYA ÇIKIŞI
           Faşist Mussolini iktidarının bir bakıma ülkeyi Nazilerle birlikte savaşa sürüklemesi toplumun ekonomik düzeyini daha da geriletmiştir. Bir yandan Hitler iktidarı ile birlikte taraf olup müttefiklere karşı savaşan Mussolini iktidarı diğer yandan da ülkesi içerisindeki yurtsever partizanlara karşı savaşmaktaydı. İşte bu dönemde halkın yaşadığı yoksulluğun bir anlatısı yapılmalıydı. İkinci Dünya Savaşında çıkmış bir toplumun yaşadığı yıkım sinemada da gösterilmeliydi. Bu gereklilik kimi yönetmenlerin kamerasını sokağa dönmesine sebebiyet vermiştir. Yeni Gerçekçilik hareketinin ortaya çıkışı da tam da bu dönemlere dayanmaktadır. Bu akım İtalya’da İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır.
         İtalya’da faşist rejim, iktidara gelmesinden sonra sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanmıştır. Bu zaman içerisinde birçok değersiz film çekilmiştir. Bu propagandatif filmler dışında kitleleri eğlendirmek, oyalamak amacıyla ise ‘beyaz telefonlu filmler’ geliştirilir. Bu filmlerde bazı sahnelerinde beyaz telefonlar görüldüğü için ”beyaz telefonlu filmler” adı verilmiştir. Sinemasal değeri olmayan, içi boş filmlerdir bunlar. Ayrıca yine bu dönemde tarihsel filmler de çevrilmiştir. Propaganda amacıyla faşistlerin sinemaya büyük önem vermesi sonucunda bu alana birçok yatırım yapılmıştır. Mussolini’nin emriyle ‘’Deneysel Sinema Merkezi’’ kurulmuş ve yönetmen, oyuncu yetiştirmek amacıyla da var olan stüdyolar ‘Cinecitta’ adıyla birleştirilmiştir. Bu dönemde Alessandro Blasetti ve Mario Camerini rejimin emrinde olan başlıca yönetmenlerdi. Yine aynı dönemde Castellani, Lattuada gibi yönetmenler propaganda yapmamak için kaçış filmlerine yönelmişlerdir.

AKIMIN ÖZELLİKLERİ
  • Sıradan insanların gündelik yaşamlarına sempatik bir bakış açısıyla eğilirken hemen kolaycı ahlaki yargılara varamıyorlardı.
  • Soyut fikirlerden çok duygulara vurgu yapılıyordu.
  •  Hümanist bakış açısı ön plandaydı.
  • Özel efektsiz, yalın bir kurgu kullanılmıştır.
  •  Kameralar stüdyodan dışarıya, sokağa taşındı.
  • Sokaklarda yapılan çekimlerde doğal gün ışığı daha çok kullanıldı.
  • Çekimler sessiz olarak yapılıyor, sesler filme dublajla sonradan ekleniyordu. Bu da yönetmenlere daha fazla esneklik sağlıyordu.
  • Belgesel filmleri andırır bir kadraj tercih edildi ve yine belgesellerde olduğu gibi kameraların zaman zaman elde de taşınarak kullanılması ve serbest kamera hareketleri yönetmenlerin özgürlüğünü arttırdı.
  • Serbest kamera hareketleri yönetmenlerin özgürlüğünü arttırdı.
  • Yönetmenler profesyonel olmayan oyuncularla doğaçlama oyunculuğu tercih ettiler.
  • Edebi diyalogların yerine doğaçlama konuşmalar vardı.
  • Aynı zamanda bu filmler çok düşük bütçelerle çekiliyorlardı.

AKIMIN ÖNDE GELEN İSİMLERİ
  • Vittorio De Sica
  • Federico Fellini
  • Luchino Visconti
  • Cesare Zavattini
  • Pietro Germi
  • Roberto Rossellini

AKIMIN ÖNEMLİ ESERLERİ

  • Roma, città aperta - Roberto Rossellini, (1945)
  • Paisà - Roberto Rossellini, (1946)
  • Sciuscià(Ragazzi) - Vittorio De Sica, (1946)
  • Ladri di biciclette - Vittorio De Sica, (1948)
  • Germania Anno ZeroRoberto Rossellini, (1948)
  • La terra trema: Episodio del mare - Luchino Visconti, (1948)
  • Riso amaro - Giuseppe De Santis, (1949)
  • Stromboli - Roberto Rossellini, (1950)
  • Miracolo a Milano - Vittorio De Sica, (1951)
  • Umberto D. - Vittorio De Sica, (1952)

16 Ocak 2013 Çarşamba

Roma, Açık Şehir(1945)


IMDB Puanı: 8.1/10 
Yapım: 1945 - İtalya
Tür: Dram,  Savaş
Süre: 100 dakika
Yönetmen: Roberto Rossellini
Oyuncular: Anna Magnani, Aldo Fabrizi, Giovanna GallettiMaria Michi, Amalia Pellegrini
Senaryo: Federico Fellini, Sergio Amidei
Yapımcı: Roberto Rossellini, Rod E. Geiger, Ferruccio De Martino, Giuseppe Amato

2.Dünya Savaşı 'nın sonlarına doğru 1944 yılında Nazi işgali altındaki Roma şehrinde yaşayan bir grup insanın hikayesi anlatılır.Gestapo Nazilere karşı yapılan direniş hareketinin lideri olan Giorgio Manfredi (Marcello Pagliero) 'nin peşine düşmüştür.Yakın arkadaşı Francesco (Francesco Grandjacquet),Francesco'nun evlenmek üzere olduğu dul Pina (Anna Magnani)ve Rahip Don Pietro Pellegrini (Aldo Fabrizi) birlikte Giorgio'nun bir an önce Roma'dan ayrılabilmesi için yeni bir kimlik edinmesine yardımcı olurlar.

Savaş zamanının yokluklarının da zorlaması ile film sağdan soldan derlenmiş farklı farklı markadan negatiflere çekilmişti.Bunlar dış çekimler için Ferrania C6 iç sahneler için ise ışığa daha hassas olan Agfa Super Pan ve Agfa Ultra Rapid idi.Bu durum aslında bir dezavantaj değil aksine filmin belgesel filmleri andıran yapısına katkıda bulunan olumlu bir faktör olmuştu.
Filmin senaryosu yazılırken Roma'daki işgal hala sürüyordu (1943-1944).Hatta filmin çekimleri başladığında da işgal tam sona ermemişti.Bu nedenle bazı çekimler kameralar gizlenerek ve sessiz olarak yapılmıştı.Film ekibinde rol alan bazı elemanlar da bu işgale karşı yapılan direnişe bizzat katılmışlardı.Ayrıca oyunculardan ikisi hariç diğerlerinin sıradan görünümlü amatörlerden seçilmiş olmaları,belgesel tarzına yakın kaba ve çok katmanlı anlatım şekli,kamera hareketlerinin özgürlüğü,belgeseli andıran siyah beyaz görüntüler ve savaşın şehirde bıraktığı izlerinin henüz çok taze oluşu gibi etmenler filmi olağanüstü derecede gerçekçi yapıyordu.Ayrıca dış çekimlerde günlük hayatın sıradan hikâyeleri ile yoksulların sosyal problemlerine de eğiliniyordu. Rosselini'nin aralara serpiştirdiği melodramatik duygusallık anlarının da gelişimine katkıda bulunduğu bu yeni tür sonraki yıllarda John Cassavetes, Martin Scorsese, Robert Altman, ve Spike Lee gibi yönetmenleri de etkileyecekti.



Paisà(1946)


Puanı: 7.7
Yapım: 1946 - İtalya 
Tür: Dram,  Savaş
Yönetmen: Roberto Rossellini
Oyuncular: Maria Michi, Dale Edmonds, Alfonsino Pasca, Dots Johnson, Merlin Berth
Senaryo: Federico Fellini, Sergio Amidei 
Yapımcı: Roberto Rossellini, Rod E.Geiger, Mario Conti

İtalya’daki Amerikan seferberliğinin görüntüleri, Hollywood tarzı müzik, askeri emirler yağdıran kötü aktörler. Roberto Rossellini’nin yalın üslubu, etkileyici büyüsünü ancak birbirinden bağımsız altı bölümden ilkinin sonlarında sergilemeye başlar; hayat hikayesini anlatan bir askerin, bir kurşunla aniden öldürülmesinden kısa bir süre sonra, bu askerin sohbet ettiği kişinin cesedini görürüz; Almanlar tarafından öldürülmüştür ve hayatta kalan durumdan habersiz Amerikalılar tarafından “pis bir İtalyan” diye nitelendirilerek önemsenmez.
Rossellini’nin bu 1943-46 vakayinamesi her düzlemde yıkım, acımasızlık ve anlayışsızlıkla dolu. Bir Amerikalı, karşısındaki fahişenin altı ay önce aşık olduğu kadın olduğunu fark etmez; bir sokak çocuğu, sarhoş bir siyahi askerle arkadaş olur ve o uykuya dalar dalmaz ayakkabılarını çalar; filmdeki son görüntü (unutulmaz biçimde kasvetlidir) bir grup partizanın acımasızca idam edilişini gösterir.
Ressellini, birbirini takip eden bu olayların akışına uygun olarak şaşırtıcı bir eksiltili (eliptik) anlatıma, farklı dillerdeki zıt amaçlı diyaloglara ve dehşetin katı bir duygusuzlukla sunumuna dayalı bir yapı geliştirir. Paisa, kişisel hayatın etkileyici emarelerini savaşın acı ve korku veren tarihi dramının içine yerleştirir.


BİSİKLET HIRSIZLARI(1948)

IMDB Puanı: 8.4/10 
Yapım: 1948 - İtalya
Tür: Dram,  Suç
Süre: 93 dakika
Yönetmen:  Vittorio De Sica
Senaryo:

               Bisiklet Hırsızları”nda savaş sonrası dönemde, Roma banliyölerinde yaşayan insanların dramına tanık olmaktayız. Lamberto Maggiorani’nin canlandırdığı Antonio Ricci, işsizdir ve bir işveren, bisikleti olan birine iş vereceğini duyurmuştur. Antonio, evdeki eşyaları satarak zar zor bir bisiklet edinir ve işe alınır. Ancak bisikleti, yine yoksul bir genç tarafından çalınır ve Antonio işini kaybeder. Bir bisiklet, bir teneke parçası Antonio’nun ve ailesinin hayatını altüst etmeye yetmiştir. Film, Antonio’nun kiliselerden batakhanelere ve yoksul mahallelere uzanan bir güzergâhta, çalınan bisikletini aramasıyla sürer ve Antonio’nun da başka birinin bisikletini çalmaya karar verip de başarısız oluşuyla sona erer. Bu haliyle film, klasik bir başlangıç ve finale sahip değildir, tarihsel çözümlemeleri kapsayan bir nitelik taşımaz, sıradan hayatlara ilişkin bir kesittir yalnızca. İzleyici her gün rastlayabileceği türden bir yaşanmışlıkla karşılaşmış, belki içsel bir acıyı kendi ruhunda da hissetmiş ve film bittiğinde yeniden yaşama dönmüştür. Üzerine yoğunlaşacağı düşünsel bir yük edinmeyen izleyici, bir yaşamsallık düzleminden diğerine savrulur ve hissettikleri ele gelmeyen bir melankolidir aslında. İtalyan yeni-gerçekçiliği üretim ilişkilerine ve sınıf bilinci teorilerine temas etmez ve belki de eleştiriye uğradığı temel nokta burada yatmaktadır. “Bisiklet Hırsızları” toplumcu bir yapıt olmasına rağmen sol görüşlü eleştirmenlerin tepkisini çekmiştir. Eleştiriler, filmin, yoksul insanları sefil, aciz ve çıkarcı bir karakterle, dokunaklı bir şekilde betimlediği yönündedir. Acıklı ve melodramatik anlatı, yoksul halkın direnme ve dayanışma niteliklerini görmezden gelmektedir. Ancak yönetmen, bu etkiyi özellikle vurgulamış olabilir. Sonuçta seçtiği anlatım tarzıyla savaşın yıkıma uğrattığı insan ruhunu betimlemeye çalıştığı için yönetmene hak verebiliriz. Örneğin Antonio Ricci, bisikletini arayışı esnasında, tüm saygısına rağmen kilisenin altını üstüne getirmiş ve ayindeki huzuru bozmaktan kaçınmamıştır. Bu noktada yönetmenin tümüyle acıklı ve aciz bir yoksulluk metaforu kullandığını iddia etmenin haksızlık olduğunu söyleyebiliriz.
               Siyah Beyaz filmdeki o masumane yüzler, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya ve Avrupai mantalitenin yer aldığı Bisiklet Hırsızlarında Antonio Ricci ve küçük oğlu Bruno ile bir arayış, bir yitirilişi geri kazanma duygusu yatıyor. Yeni Gerçekçiliğin basit konuları ele aldığını ve sokağa taşan kamera açılarıyla ve de düşük bütçeli yapımlarını düşündüğümüzde filmin dönemin o şartlarına rağmen yıllar sonra da raflarda yerini alabilmesi De Sica‘nın başarısını ortaya koymaktadır.



Yer Sarsılıyor - La terra trema(1948)


IMDB Puanı: 7.8
Yapım: 1948 - İtalia
Tür: Dram
Süre: 160 dakika
Yönetmen: Luchino Visconti 
Yapımcı: Salvo D\'angelo

            İtalya’nın güneyinde Sicilyalı balıkçıların uğradığı sömürü, çizmenin kıyılarından taşıp yoksulluklarından istifade edilen tüm işçilerin hikâyelerine koşutlanabilecek cinsten. Film, toptancı tüccarlar tarafından içinde yaşamak zorunda bırakıldığı ağır koşullardan, bireysel çabalarıyla kurtulmaya çalışan bir balıkçı ailesinin çırpınışları ekseninde yöre halkının yaşamını anlatıyor. Kendisine ait olacak bir tekne hayalini gerçekleştiren Ntoni’nin fırtınada teknesini kaybetmesi üzerine kendisi ve yakınlarının düştükleri durumlar gerçekçi bir üslupla çiziliyor. Yoksulluk, fahişelik ve alkoliklik gibi evrensel sıkıntılar bireysel problemler olmaktan çıkıp sosyal yapının dayattığı kader halini alıyorlar. Balıkçıların emeğinden çalan tüccarlarda bu kader mevzusu eğlence ve varlıklılık yönünde konumlanıyor. Biz bahsi geçen yapıya yabancı değiliz, Visconti de filmde didaktik olmak yerine insanların ilgisini çekmeye çalıştığı bir gerçekliği sunup, sorguluyor.
            İtalya’nın aykırı yönetmenlerinden Franco Zefirelli’nin asistan yönetmen olarak bulunduğu ve 3 saate yaklaşan süresiyle oldukça uzun bir film olan Yer Sarsılıyor, Visconti’nin kafasında bir üçlemenin ilk filmi olarak zuhur etmiş olsa da bu düşünce sonradan rafa kalkmıştır. Çekimi sırasında maddi sıkıntıların baş gösterdiği filmin bütçesinin bir kısmını İtalyan Komünist Partisi karşılamıştır. Filmin oyuncu kadrosunun tamamı ise yöredeki Sicilyalı halktan oluşmaktadır. Öyle ki, filmdeki ağır güney diyalekti yüzünden, sonradan, italyanca dublaja gerek duyulmuştur. Nihayetinde Visconti’nin insan haklarından yola çıkarak masaya yatırdığı işveren-işçi gerilimi, mutlu sonun olmadığı bir körfezdeki dalgalara karşı verilen mücadeyle cisimleşip, günümüze kalmıştır.



Almanya, Sıfır Yılı - Germanio Anno Zero (1948)


IMDB Puanı: 7.9
Yapım: 1948 - İtalya
Tür: Dram,  Savaş 
Süre: 78 dakika
Yönetmen: Roberto Rossellini
Yapımcı: Roberto Rossellini

       Film 1948 yılında Berlin'de geçer. 2. Dünya Savaşı yeni bitmiştir ve savaşın mağlubu olan Almanya'nın başkenti neredeyse yerle bir olmuştur. Sağlam tek bir yapının bile göze çarpmadığı bu kentte insanlar güçlükle hayatta kalmaya çalışırlar. Birkaç ailenin birden tek bir salaş daireyi paylaştığı yarısı yıkılmış apartmanlardan birinin tek göz odasına sığınmış 12 yaşlarında Edmund adında bir çocuk, hasta babası, ağabeyi ve ablasıyla birlikte yarı aç yarı tok yaşamaya çalışırlar. Annesi bombardımanlar sırasında ölmüş olan Edmund ailenin eve para getirebilen tek ferdidir. Babası yatalaktır, ağabeyi ise savaşın son yıllarında Naziler için çalışmış olduğu için korkusundan evde saklanmak zorundadır, zaten kimlik belgelerini de yok etmiştir, üstelik çalışmaktan da pek hoşlanmaz. Ablası geceleri kulüplerde işgal güçlerinin askerleriyle dans etme karşılığında kendisine verilen ufak tefek yiyecek parçalarını ve sigaraları eve getirerek ailesiyle paylaşır. Hatta bu yüzden çevresi tarafından fahişelik yapmakla suçlanır. Edmund'un yaşı küçük olduğu için bir çalışma karnesi edinemez, mezarlıklarda, şurada burada girdiği ufak tefek işlerden de bu nedenle hemen kovulur. Arabalardan dökülen kömürleri toplar, küçük komisyonlar karşılığında komşuların verdikleri eşyaları karaborsada satar. Bir keresinde de yolda ölmüş bir at leşin den bir parça et koparabilmek için toplanmış ahaliyle itişip kakışmak zorunda kalır, o da leşten kendisine düşen payı almak ister ama başaramaz. Eve çoğu gün tek lokma yiyecek girmez. Yatalak babasına birkaç günlüğüne hastaneye yatması için bir torpil bulunur. Aslında babanın hastaneden beklentisi iyi bir tedaviden çok oranın doğru dürüst yemekleridir.
       Ailesi doğru dürüst ilgilenemediği için başıboş kalan Edmund günlerini hattâ bazı gecelerini akranlarıyla sokaklarda geçirir. Karaborsa, dolandırıcılık, kapkaç ve fuhuş yaparak geçinen akranlarına takılır ama bu konuda onlar kadar becerikli değildir, üstelik zaman zaman da diğer çocuklarca dışlanır. Gittikçe yalnızlığa itilen Edmund harap kentte amaçsızca dolaşırken sokakta eski okul öğretmeni Bay Henning'e rastlar. Eski bir Nazi hayranı olduğu için iş bulamamış olan Henning, şimdilerde Nazilere ait hatıra eşyalarını işgal güçleri subaylarına karaborsada satarak geçinmektedir. Bu amaçla eski öğrencisi Edmund'u da işe alır, karşılığında ona para da verir.
       Bay Henning küçük erkek çocuklarına ilgi duyan bir pedofil'dir, ve kaldığı evine getirdiği diğer çocuklar gibi Edmund'a da sarkıntılık eder, ancak kendi derdindeki Edmund olan bitenin farkında bile değildir. Babasının yatalak bir hasta olduğunu öğrenen Bay Henning'in, Faşişt inançları gereği "zayıfların, yaşlıların ve asalakların yaşamaya hakkı olmadığı" şeklindeki telkinlerini ciddiye alan Edmund, çayına zehir atarak babasının ölümüne neden olur. Amacı zaten çok yaşlı olan babasının acılarına son vermek ve ailesini bir yükten kurtarmaktır aslında. Öğretmeninin nasyonal sosyalist, öğretisini ciddiye almıştır, çünkü savaştan önce o da Hitler Gençliği'nin inançlı bir neferi olarak yetiştirilmiştir. Bu nedenle cinayeti soğukkanlılıkla işlemiştir.
       Sonradan tekrar karşılaştığı Bay Henning'e babasını öldürdüğünü söyleyince korkan ve paniğe kapılan eski öğretmeni söylediklerini inkar eder ve Edmund'u tartaklar. Yaptığından son derece pişmanlık duyan ve vicdan azabı çeken Edmund kendini sokaklara vurur. Şimdi kendini daha da yalnız hissetmektedir. Gerçekte çocukluğunu hiç yaşamamış olan Edmund harap kentin sokaklarında amaçsızca dolaşırken bir grup 'gerçek çocuk'la karşılaşır, onların oyunlarına katılmak ister fakat reddedilip dışlanınca kendini iyice boşlukta hisseder. Üst katlarına tırmandığı harap bir apartmandan kendini boşluğa bırakarak intihar eder. Film eleştirmeni Rekin Teksoy'a göre "Kaldırımda yatan cansız bedeni, bütün değerleri altüst eden Nazizm'in yol açtığı çöküşün "mahkeme ilamıdır" sanki"


Riso Amaro - Acı Pirinç(1949)



IMDB Puanı: 7.8
Yapım: 1949 - İtalya 
Tür: Dram
Süre: 117 dakika
Yönetmen: Giuseppe De Santis,
Oyuncular: Silvana Mangano, Raf ValloneAdriana Sivieri, Maria Grazia FranciaDedi Ristori
Senaryo: Corrado AlvaroGiuseppe De Santis 
Yapımcı: Dino De Laurentiis

        İtalya'nın farklı bölgelerinden farklı insanların gerçek yaşamlarını anlatmayı şiar edinmiş Yeni Gerçekçilik akımında, Guiseppe De Santis bize pirinç hikayesi anlatıyor. Pirinç! Kimi insanlar için bu bakliyat, alelade bir tüketim nesnesi olmaktan öte bir şeydir, hayattır. İşte bu insanlarla; pirinç tarlasında çalışan kadınlarla filme giriş yapıyoruz. Bu zorlu; dikkatli ve hızlı eller isteyen işi kadınlar üstleniyor, Anadolu’da da benzerlerini bildiğimiz üzere. Filme girişten sonrasında bir kovalamaca, öğreniyoruz ki çok değerli bir mücevher çalınmış ve hırsız neredeyse polisin avucunun içinde! Hırsız, sevgilisine çalışmaya giden kadınlar arasında kaybolmasını salıklayıp kolyeyi ona veriyor ve kaçıyor. İkiliye, onları başından beri izleyen genç ve aklı bir karış havada olan Silvana katılıyor sonra, sonrasında ise asker Marco. Bundan sonrası ise özetle şudur; ön plandaki; seyircinin ilgisini canlı tutacak aşk içeren bir macera hikayesi ve asıl derdin de çizilen işçi topluluğu portresi ile beraber anlatılması. Eserin, akımın diğer filmlerinden geri kalır bir yanı yok. Hatta göz ardı edilemeyecek kadar müthiş bir derinlik içeren zeka dolu diyalogları ile fazlası bile var. Özellikle Raf Vallone’nin canlandırdığı şair ruhlu asker Marco’nun ağzından çıkan tüm sözler not alınası göndermelerle dolu. “Yukarıdaki” insanlara özenen (meşhur olmak için şehre kaçan köylü kızları misali) Silvana’nın Ingrid Bergman’ı andıran güzelliği ve karakterin çalkantıları da akımın derdiyle paralel bir doğrultuda ilerliyor. Yani Acı Pirinç, Yeni Gerçekçilik akımı içerisinde özel bir yerde duruyor. Ayrıca, Acı Pirinç isimli 70’lerden bir Yeşilçam filmi de var.


Milano'da Mucize(1951)



IMDB Puanı: 7.7/10 
Yapım: 1951 - İtalya
Tür: Komedi,  Romantik
Süre: 100 dakika
Yönetmen: Vittorio De Sica
Oyuncular: Claudia Koll, Carlotta Natoli, Cecilia Dazzi, Athina Cenci, Anna Carena
Senaryo: Cesare Zavattini

          Milanolu iyi yürekli yaşlı kadın Lolotta (Emma Gramatica) bir gün evinin bahçesindeki lahana öbeklerinin arasında terkedilmiş bir bebek bulur. Yalnız bir kadın olan Lolotta bu bebeği evlat edinir. Günler geçer ve Totò (Küçüklüğünü Gianni Branduani oynuyor) adını verdiği bu erkek çocuk büyür. Hayat dolu, şen ve enerjik bir kadın olan Lolotta'nın hayal gücü de çok fazladır. Bu hoşgörülü, eksantrik kadın bir gün eve döndüğünde 6-7 yaşlarındaki Totò'nun ocağın üzerindeki sütü taşırdığını görür. Ona kızacağı veya hemen temizliğe girişeceği yerde, mutfağın zemininden bir dere gibi akan sütün etrafına oyuncak evleri, ağaçları yerleştirerek mutfağını çabucak bir oyun alanı haline getirir ve oğluyla birlikte bu yapay su yolunun etrafında oyunlar oynamaya başlarlar. Yaşlı Lolotta birkaç yıl sonra ölünce küçük Totò bir yetimhaneye yerleştirilir.
          18 yaşını doldurduğunda (Yetişkin Totò'yu Francesco Golisano oynuyor) yetimhaneden çıkartılan bu iyimser, mutlu ve çoşkulu genç, dışarıdaki dünyanın hiç de dostane olmayan acı gerçekleriyle hemen yüz yüze gelir. İnsanlara verdiği iyi niyetli selâmları bile karşılıksız kalır. İş arar ama bulamaz. Bu arada çantasını çaldırır. Çantasını çalan serseriyi takip eder ve bulur. Çantayı geri istediğinde ağlamaya başlayan ve çantayı çok sevdiğini söyleyen yaşlı serseriye oracıkta çantayı hediye eder. Karşılığında da serseri, yatacak bir yeri olmayan Totò'yu evine davet eder. Ev denmesi lafın gelişidir. Yaşlı adamın konutu kartondan yapılmış, köpek kulübesi büyüklüğünde derme çatma bir yapıdır. Yaşadığı yerde tıpkı onunki gibi mukavvadan ve tahta parçalarından yapılmış derme çatma kulübelerde yaşayan yüzlerce insan daha vardır. Bastırılamaz bir coşkuyla çevresine yardım etmeye çalışan Totò hiç gülmeyen, küçük mutsuz kız Angelina'yı güldürmeyi başarır. Gecekondu sakinlerine her rüzgâr estiğinde savrulup giden evlerini nasıl sağlamlaştıracaklarını öğretir ve sonunda topluluğun gayriresmî lideri olur. Çöplükten buldukları kırık bir Yunan tanrıçası heykelini gecekondu mahallesinin sözde meydanına yerleştirerek bir anlamda yaşadıkları yere resmiyet kazandırır. Totò, kulübeleri tıpkı normal kentlerde olduğu gibi bloklar halinde organize eder, cadde ve sokaklar oluşturur. Aile oluşturmuş gecekonducularla bekârları ayrı ayrı bölgelerde iskân eder. Mahalleye yeni gelen bir ailenin hizmetçisi Edvige (Brunella Bovo) ile duygusal bir ilişkiye girer. Ama yeni gelen gecekonduculardan bir zenci erkek ve beyaz kadının birbirlerine olan ilgisi başlamadan biter (O yılların İtalyasında ırklar arası ilişkinin beyaz perdeye aktarılması, De Sica ve Zavattini için bile olanaksızdır).
          Bu gecekondu mahallesinin birbirinden sıradışı sakinleri, günlerini absürd uğraşılarla geçirirler. Küçük bir girişimci 1 liret karşılığında günün sonunda birkaç sıra halinde dizdiği sandalyelere oturttuğu mahalle sakinlerine tıpkı bir tiyatro gösterisini izlettirir gibi gün batımını izlettirir. Bir başkası kurduğu çadır tezgâhta yine küçük bir meblağ karşılığında insanlara kompliman satar, onlara haketmedikleri övgüler yağdırır, doldurulmuş olan müşteriler çadırdan mutlu ayrılırlar.
          Totò'nun aşıladığı iyimserlik rüzgârları kalantor Bay Mobbi (Guglielmo Barnabo)'nin ortaya çıkmasıyla hız keser. Çok zengin bir adam olan Mobbi, gecekonduların üzerinde bulunduğu araziye talip olmuştur. Ancak arazinin fiyatını istediği miktara indiremediği için, daha çok da üzerinde yaşayanları buradan atmanın zorluğunu düşünerek satın almaktan vazgeçer. Bu arada Totò'nun mahalle meydanına dikmeye çalıştığı direk topraktan petrol fışkırmasına neden olunca Mobbi araziyi hemen satın alır. Sonrasında ise Totò'nun önderliğindeki gecekondu sakinleriyle onları topraklarından atmaya çalışan Mobbi, Mobbi'nin avukatları ve özel polis güçleri arasında biteviye bir mücadele başlar. Olaylar, devreye müteveffa Lolotta'nın ruhu ve onun verdiği sihirli bir güvercinin girmesiyle daha da fantastik bir şekil alır. Yunan tanrıçası heykeli (Alba Arnova) canlanır, kekemeler düzgün konuşmaya başlar. Ahali sihirli güvercinin birçok şeye daha kadir olduğunu anlamakta gecikmez. Baştaki alçak gönüllü istekleri daha sonra tam bir açgözlülüğe dönüşür, kürkler, mücevherler, lüks giysiler, milyonlarca lira para vb isterler. Boylarının uzunluklarını, hatta derilerinin renklerini bile değiştirirler. Birbirinden hoşlanan zenci erkek ve beyaz kadın birbirinden habersiz Totò'dan derilerinin rengini değiştirmesini isterler, istekleri yerine gelir ama bunun bir faydası olmaz, zira derilerinin renkleri yine birbirinden farklı kalmıştır. Totò sevgilisi Edvige için şafakta, önce Ay'ı sonra da Güneş'i yükselteceğine söz verir.
           Bir süre sonra sihirli güvercinin, bir ölümlü tarafından kullanılmasına itiraz eden iki melek tarafından geri alınmasıyla bu fantastik yaşantı sona erer. Polis nihai bir baskınla gecekonducuları işgal ettikleri topraklardan sürer. Direnenleri atların çektiği mahkum arabalarına doldurup hapishaneye doğru yola çıkarlar. Yolda annesinin ruhu tekrar dünyaya geri dönerek güvercini son bir kez daha Totò'ya verir. Arabalar Milano'nun ünlü katedralinin önündeki meydandan geçerken güvercin onun son isteğini de yerine getirir. Totò kendisi ve dostları için özgürlük istemiştir. Tüm arabaların üstleri kendiliğinden açılır. Serbest kalan mahalleli meydanı süpürmekte olan temizlik işçilerinin süpürgelerini ellerinden alırlar. Film, mahalle halkının katedralin önündeki meydandan süpürgelerine binip hep birlikte neşe içinde gökyüzüne yükselişleri ile sona erer. Film biterken ekranda, "Günaydın" sözcüğünün gerçekten "günaydın" anlamına geldiği bir aleme doğru.. yazısı belirir.



Stromboli(1950)


IMDB Puanı: 7.1
Yapım: 1950 - İtalya,  ABD
Tür: Dram 
Süre: 107 dakika
Yönetmen: Roberto Rossellini
Oyuncular: Ingrid Bergman, Mario VitaleMario SponzoRenzo Cesana
Senaryo: Roberto RosselliniRenzo CesanaSergio Amidei 
Yapımcı: Roberto Rossellini

Bir dünya yıldızı, bir skandal, ıssız bir adada patlamak üzere olan bir volkan... Bunlar Stromboli'yi bir klasik yapan özelliklerinden sadece birkaçı. Filmi bu kadar etkileyici kılan bir başka özelliği de Roberto Rossellini'nin yeni gerçekçi bakış açısı ve farklı bir perspektifle anlatılan savaş sonrası elemi. Litvanyalı bir savaş mültecisi olan Karin bir toplama kampına yerleştirilmiştir. Ümitsizlik içinde buradan kurtulmayı isteyen Karin'in önünde pek fazla seçeneği yoktur. Böylece ıssız Stromboli adasında yaşayan balıkçı Antonio'nun evlenme teklifini kabul eder. Ne var ki, bir süre sonra adadaki hayatın toplama kampından çok da farklı olmadığını görecektir. Adada bir yabancıdır, hem halk hem de doğa ona düşmandır sanki. Karin'in sıkıntısı, adadaki volkanın patlama belirtileri göstermesiyle tam bir dehşete dönüşür.



Umberto D. (1952)


IMDB Puanı: 8.3
Yapım: 1952 - İtalya
Tür: Dram 
Süre: 91 dakika
Yönetmen: Vittorio De Sica
Oyuncular: Ileana Simova, Elena Rea, Lina Gennari, Carlo Battisti, Memmo Carotenuto
Senaryo: Cesare Zavattini 
Yapımcı: Vittorio De Sica, Angelo Rizzoli, Giuseppe Amato

          Umberto Domenico Ferrari (Carlo Battisti) emekli bir devlet memurudur. Hayattaki tek dostu ve can yoldaşı köpeği ile Roma 'da küçük bir pansiyon odasına sığınmış kıt emekli maaşı ile geçinmeye daha doğrusu hayatta kalmaya çalışmaktadır. Odanın kirasını düzenli olarak ödeyememektedir. Taş yürekli ve anlayışsız ev sahibesi Antonia (Lina Gennari) tarafından sürekli pansiyondan atılmakla tehdit edilmektedir. Zaten ondan kurtulmayı kafasına koymuş olan ev sahibesinin türlü aşağılamalarına da katlanmak zorunda kalan Umberto odasının gündüzleri fahişelere saatlik olarak kiralanmasına da ses çıkaramaz. Pansiyona olan borcunu kapatabilmek için saatini ve kitaplarını da satar ama gerekli parayı bir araya getiremez. Hayır kurumlarının aş evlerinde karnını doyuran Umberto 'yu hayata bağlayan tek şey köpeği Flike'dir. Günden güne umutsuzluğu katlanarak artan Umberto son çare olarak intihar etmeyi düşünürken köpeği Flike ortadan kaybolur. Başı boş köpeklerin itlaf edileceğini bilen Umberto gitgide artan bir umutsuzlukla şehirde köpeğini aramaya başlar.
          Klasik bir hikâye örgüsünün olmayışı,doğal dış mekân çekimleri,amatör oyuncuların kullanılmış olması gibi Yeni Gerçekçi şablonlara uyan Umberto D. İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımının baş yapıtı sayılmaktadır.Aynı zamanda da bu akımın son büyük filmi olarak kabul edilmektedir.[1] Filmin Yeni Gerçekçi kalıba uymayan ve bu nedenle biraz eleştirilen tek yanı melodramatik küçük öykünün asıl toplumsal mesajı gölgede bırakmasıdır.
          Amatör oyuncuların kullanılmış olması filmin olağanüstü içtenliğine katkıda bulunuyor.Floransa Üniversitesinden emekli bir öğretim görevlisi olan başrol oyuncusu Carlo Battisti 'nin içten,doğal ve abartısız oyunculuğu özellikle göz doldurmaktadır.
          Filmde Umberto D.'nin kaybolan köpeğinin peşindeki umutsuz arayışı Bisiklet Hırsızları (Ladri di biciclette) (1948) filminde Antonio Ricci'nin oğlu Bruno ile birlikte kaybolan bisikletlerini aramaları ile benzerlik gösterir.O film de Vittorio De Sica Cesare Zavattini ikilisine aitti.Vittorio De Sica bu filmi babasına ithaf etmiştir.